İdris Aldı, hayatı boyunca tedirginlik, mücadele ve direnişle örülü bir yolculuğun yazarı. Okuma ve yazmaya olan sevgisi, onu genç yaşlardan itibaren zorbalıkla ve adaletsizlikle karşı karşıya getirdi. Kitapları nedeniyle defalarca gözaltına alınan, cezaevine giren ve 12 Eylül darbesinin işkencelerine maruz kalan Aldı, yazmaktan asla vazgeçmedi.
Eserlerinde toplumsal adaletsizliğin derin yaralarını ve unutulmuş hayatları anlatan Aldı, ezilenlerin sesi olmaya devam ediyor. Her yazdığı kitap, yaşadığı tedirginliğe rağmen, onu daha da güçlü bir şekilde kalemine bağladı. “Söz uçar, yazı kalır” diyen yazar, yalnızca bugünün değil, geleceğin de sesini taşıyan bir miras bırakmaya kararlı.
Hayata Tedirginlik ve Yazıya Adanmış Bir Ömür
İdris Aldı, 13 Aralık 2024
1961 yılında Van’da dünyaya geldim. Doğduğum günden bu yana hayatım her zaman tedirginlik içinde geçti. Çocukluğum, gençliğim, okulum… Her an bir endişe taşırdım. Ancak okumayı ve yazmayı çok sevdiğim için her zorluğa rağmen bu tutkumdan vazgeçmedim. Okuduğum kitaplar nedeniyle defalarca gözaltına alındım, tutuklandım, hatta cezaevine girdim. Tek suçum okumak ve yazmak olmuştu.
Cezaevinde uzun süre kaldım. Tahliye edilmemden yalnızca 17 gün sonra 12 Eylül darbesi gerçekleşti ve tekrar gözaltına alındım. Bu kez Diyarbakır Cezaevi’nde işkencenin en korkuncunu yaşadım. Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) bile 12 Eylül döneminde suçsuz olduğumu tescilledi. Ancak yaşadığım acılar bu gerçeği değiştirmedi. Yazma konusunda bir süreliğine ara vermek zorunda kaldım. Ara ara tarihi yapıların tahribatlarına dair dergilere yazılar yazdım, ancak bu yazılar nedeniyle de davalarla karşılaştım. Tarihi eserlere sahip çıkmak bile suç sayıldı.
Şunu öğrendim: Bu ülkede yazmaz, konuşmaz ve bir “sürü” gibi yaşarsanız, başınıza bir şey gelmez. Ama yazıp çizerseniz, mutlaka sorunlarla karşılaşırsınız. Tüm yazarlar cezaevlerinden geçmiş, işkenceler görmüştür. Ben kendimi bu büyük yazarlar gibi görmesem de bir okuyucu olarak bile cezalandırıldım. Birçok yazarın kitapları, o eserleri okumayanlar tarafından bile suç unsuru sayılarak yargılandı. Kitapların silahtan tehlikeli görüldüğü zamanlarda yaşadım.
Hayatım boyunca yazılarımda toplumun ihmal edilmiş, sesi duyulmamış, yoksul bırakılmış insanların hayatını anlatmaya çalıştım. Şimdi de adaletsizlikle mücadele eden, 35 yıl suçsuz yere cezaevinde yatıp serbest bırakılan birini yazıyorum. Her yazdığım kitap, her makale beni hem heyecanlandırıyor hem de tedirgin ediyor. Çünkü biliyorum ki “Söz uçar, yazı kalır.” İnsan yok olduktan sonra geriye yalnızca yazılarımız kalacak. Para ve mevkiler ise uçup gidecek; arkalarında iz bile bırakmayacak.
Yazmak, en zor zanaatlardan biri. Taş işçiliği, elmas işlemesi ya da en zorlu meslek neyse, yazmak bundan da zor bir çaba gerektiriyor. Tarih boyunca yazarları acı çektiren, işkence eden, tutuklayanların isimleri çoktan unutulmuşken; yazarların kaleme aldıkları hala yaşıyor. Günümüzde kitap okumanın giderek azalması ise toplumsal çürümenin ve yozlaşmanın hızlandığını gösteriyor.
Ben, elime geçen her kitabı okuyorum. Sevip sevmememden bağımsız olarak, yazmanın bir emek işi olduğunu bildiğim için okuma alışkanlığımı sürdürüyorum. En kötü eserden bile öğrenilecek bir şeyler olduğuna inanıyorum. Okuyan bir insanın zarar vermeyeceğini biliyorum. Ancak burada bahsettiğim okuma, yalnızca okula gitmek değil, sorumluluk duygusuyla ve bilinçle yapılan okumadır. Eskiden bir yazar, benim gözümde bir bakandan veya en üst makamdaki insandan daha değerliydi. Bugün de bu inancımı koruyorum.
Kitap yazmanın ve yayımlamanın zorluğunu her aşamasında gördüm. Ancak MST Yayıncılık ile tanıştığımda işler değişti. Serkan Bey kitabımın konusunu beğendi ve kitabımı yayımlamak için büyük destek sağladı. Kitaplarımın okuyucuyla buluşması için gösterdikleri çaba ve emek, benim için çok değerliydi.
MST Yayıncılık ile çalışmak benim için büyük bir şans oldu. Kendilerine yayıncılık hayatlarında başarılar diliyorum.