
1. Yazarlık serüveniniz nasıl başladı? Sizi bu yola yönlendiren en büyük ilham kaynağı neydi?
İlkokul birinci sınıfta, sınıfa müfettişler gelmişti. Tabi ben kim olduklarını da bilmiyordum. Okuma yazma fişlerini ters çevirerek “Haydi, aklınızda kalan, öğrendiğiniz cümlelerden yazın” demişlerdi.
Ben okumayı çok daha önceden çözmüştüm. Birkaç gün önce mahallede ölen genç bir kadının çocukları ve tepeden tırnağa siyah giyinen kadınların ağlayışından, göğü delen ağıtlarından çok etkilenmiştim ve sürekli onunla ilgili bir şeyler yazıyordum zaten. “Anneler ölmese, kuşlara takılıp yine gelse, hiç kimse üzülmese…” şeklinde bir şeyler yazıvermiştim. Kontrol edeceklerini düşünmemiştim. Bir süre sonra arkamıza yaslandık ve defterler kontrol edilmeye başlandı. Bir korku kapladı içimi, fişlerdeki cümlelerden yazmadığım için… Sıra bana gelince defterimi eline alan müfettiş, bunu nereden yazdığımı sordu. “Aklımdan… ama Işık ılık süt iç, yazayım mı?” demiştim. Hem gülmüş hem de şaşkın bakışlarla şiir yazdığımı söylemişti. “Demek ki ben şiir yazıyormuşum” diyerek günlerce karaladığım bir defteri yeniden okumaya, bazı yerlerini düzeltmeye başlamıştım. Şiir kelimesinin duyguları, iç sesi ifade ettiğini, hayranlık uyandırdığını bu hatıra ile anladım ve giderek artan sürekli bir yazma isteğiyle başladığımı düşünüyorum. Bu yazma isteği üniversite sona kadar devam etmiştir.
2. Yazarlık kariyeriniz boyunca karşılaştığınız en büyük zorluk neydi ve bunu nasıl aştınız?
Aslında yazmak istediğim zamanlarda çok fazla sıkıntı çekmedim. Üniversitede yan alan dersimizi Adnan Yücel vermeye başladığında –ki tanımıyordum– ders esnasında defterimin kenarına yazdıklarım, arada bir şiir atışmalarımız dikkatini çekmiş ve daha önce bir şeyler yazıp yazmadığımı sormuştu. Ona yazdığım birkaç öykü, bazı şiirler ve henüz sonlandıramadığım roman taslaklarını gösterdim. Yazmayı bırakmamamı ve bu konuda yardımcı olacağını söylemişti fakat ben onun uzattığı eli bazı ailevi sebeplerden tutamamıştım. Öğretmenlik mesleğime başladığım yıllarda gece kafamda güzel şeyler kurduğumu düşünüyor ama gündüz uygun zaman yaratıp yazmak istediğimde sanki kalemim yazmak istemiyordu. Galiba bu çok uzun bir süreçti. Ara sıra bir iki karalama dışında otuz yıl süren bir küskünlük oldu gibi. Yaşadığım bazı ailevi sıkıntılar, üstlenmem gereken sorumluluklar ve çocukluğumdan beri bazen hayatta kalabilmek bazen mücadele etmekten yorulan ruhum, yazma konusunda adeta toprak gibi nadasa çekilmişti. 06.02.2023 yılında yaşanan yıkıcı depremde Hatay İskenderun’da bitmek bilmeyen sallantıda yapamadığım, ertelediğim her şeyin içimde ukde kalacağı hissi ve sonrası çocukluktan itibaren yaşadığım tüm travmaların atağa geçmesiyle gördüğüm psikolojik desteklerle yine yeniden ve kendim için küllerimden doğmaya cesaret göstermeye başlayınca küskün kalemim bu sefer bana destek çıktı. Artık hep yazmak istiyordum.
3. Yakın zamanda üzerinde çalıştığınız ya da okuyucularınızı heyecanlandıracak yeni bir projeniz var mı? Eğer varsa, bu proje hakkında ipucu verebilir misiniz?
Evet var, birkaç alanda. Şu an birçok şiirim, anekdotlarım ve yine depremden sonra yazdığım bir romanım mevcut, üzerinde düzenlemeler yapıyorum. İlerleyen zamanda belli yaş grubu çocuklar için hikâyeler yazmak istiyorum. Bir senaryo yazmak istiyorum, bazı şiirlerimi bestelenebilecek şekilde olur mu diye çalışmalarım var. Belki bir gazete köşesinde kendi tarzımla makaleler yazmak istiyorum. Kısaca sürekli yazmak isteyen ruhumu zapt edemiyorum. Acıyan geçmişimi bir elbise gibi sıyırıp atmak ve hayata tutunmanın yazma aşkı ile mevcut olacağının kanaatindeyim.
4. İlk kitabınızı yazarken yaşadığınız en unutulmaz anı bizimle paylaşır mısınız? O zamanlarda kendinize güveniniz nasıldı?
İlk kitabımın birçok şiiri ve anekdotu ya hastane köşelerinde, ya bir durakta üst üste beklediğim aracı kaçırarak veya bir yemeği yaparken, gece gökyüzüne sığındığım anlarda yazdım. Bir gün dolmuşta ayakta demire tutunarak yazdığım bir şiirde yer zaman kavramını kaybetmişim. Bir öksürükle uyarıda şoförün gülerek “Son durak yenge hanım, boş yer de var hep ayakta dineldin. Neye daldın bu kadar?” demesiyle kendime geldim. Üç dört durak öncesi inmem gerekiyordu ama garip bir şekilde yıllarca disiplinli, hep bir yerlere yetişmeye çalışan ruhum sanki bu duruma kıs kıs gülerek kuralsızlığın da bir isyan olduğunu görerek rahatlamıştı. Hep bir yerlere yetişmeye çalışan bedenimiz, ruhumuz meğer ne çok yorulurmuş.
5. İlhamınızı en çok nereden alıyorsunuz? İlham geldiğinde bunu yazıya dökme süreciniz nasıl oluyor?
Aslında yaşama dahil olan her şey… Ritüel haline getirdiğim sokakların adımları, kıyıda köşede kalmış atıl bir eşya, yaş almış kişilerin hayata bakışları, alnındaki çizgiler, bir sahafta altı çizili yerleri okurken kalemiyle iz bırakan kişinin ruhuna ulaşmaya çalışırken, deniz kenarı dalgaları, yakamozları aya gülümsemesi, gece sessizliğinde radyomda çalan şansıma tuttuğum üçüncü şarkının namelerini sevenlerin ruhuna ulaşmaya çalışırken, bir çocuğun ürkek bakışlarında, göğün maviliğine balıklama dalan kuşların özgürlükle buluşması… Kısaca derinliğine yaşadığım her şey. O an defterime veya telefonuma kendime yazdığım mesajlar niteliğine dönüşürken ya bir şiir ya da kısa bir öyküye dönüşüyor. Ve sonradan düzenleme yapmadan yazdığım ilk şekliyle kalmasını tercih etmişimdir hep. O anın, duygularımdan kalemime akışına olduğu gibi damlaması.
6. Kitabınızın MST Yayıncılık tarafından yayımlanma süreci nasıldı? Bu süreçte yayınevi size nasıl destek oldu?
Kitabın basımı için erken olmasına rağmen medya üzerinde yayınevi reklamlarına da bakıyordum. Yazdığım birçok şiir, anekdot ve romanım hâlâ düzenlemeyi bekliyordu. Yıllarca kurallı yaşamanın ve edebi, imla kurallarına uygun yazdığım her şey kaybolunca sanki burada da bir isyan tarafım oluştu; kurala karşı kuralsız yazılar. Birçok yayınevi sahibi ile konuşmuştum ve bir süre sonra bazılarını karıştırmaya başladım. MST Yayıncılık’ta Kenan Özer’le çocukluktan beri yaşadığım ve bazı döngüler üzerinde konuşmalar yapıldı. Yaşadığım deprem ve içimdeki isyanı yazmakla ancak atabileceğimin farkındaydım ama sadece bir kitaba sığacak şekilde değildi. Birkaç gün süren aşırı yoğunluk ve hastanede geçirilen sürelerde sığındığım şiir ve anekdotların bir kısmını toparlayıp gönderdim. Kenan Bey ve ekibi isteğim üzerine beni kırmayarak olduğu gibi basımı kısa bir sürede gerçekleştirdiler. Okumanın az olduğu bir toplumda, yazar, şair veya sanatın yalnızlaştırıldığı, maddi sorunlarla baş başa bırakıldığı bir dönemde yazmak, üretmekte isyana dahil değil mi… Hem yayınevi MST’ye hem bana kolay gelsin o vakit.