Yazarlık Serüveniniz Nasıl Başladı? Sizi Bu Yola Yönlendiren En Büyük İlham Kaynağı Neydi?
Çocukluk ve gençlik yıllarım yalnızlık içinde geçti. Çünkü feci bir trafik kazası geçirdim ve bir hafta boyunca yoğun bakımda kaldım. O günden sonra çevremdeki insanların bana yaklaşımı farklı bir boyut kazandı. Sözleri ve davranışları beni derinden yaraladı. Bu nedenle, onlardan kısmen de olsa uzaklaşarak kendi kabuğuma çekilmek zorunda kaldım. Kendi evim olmasına rağmen, gençliğimi “çilehanem” diyebileceğim dört duvar arasında geçirdim. Akranlarım boş vakitlerini faydasız uğraşlarla heba ederken, ben duygularımı istismar etmeye ve beni yok saymaya çalışan insanlara inat, var olma mücadelesi verdim.
Kendi kabuğuma çekildiğimde, kimi zaman saatlerce ağlayarak kalemimle dertleştim. Bazen şiir, bazen günlük formatında bir şeyler karalamaya başladım. Kalemim ve acı acı mırıldandığım türkülerden başka dostum yoktu. 15 yaşlarımda, sol kulağımda “Total İşitme Kaybı” teşhisi konuldu. O yaşlarda yazdıklarımın bir külliyat haline geldiğini fark ettim. Lise yıllarımdan itibaren zihnimde senaryolar oluşturmaya, bunları beyaz kağıtlara işlemeye başladım. Çok zor bir hayat yaşadım; geçirdiğim kaza hayatımı ve hayallerimi alt üst etti. Ancak lise ikinci sınıfta tanıştığım Risale-i Nur talebeleriyle birlikte okumanın, yazmanın ve insanlara faydalı olmanın ne kadar büyük bir sevap olduğunu öğrendiğim gün, daha şevkle okumaya ve yazmaya başladım.
Zaten beni sabahlara kadar uyutmayan dertlerim varken, bu süreci okumak ve yazmakla değerlendirdim. Yazının, sanki bir psikoloğun karşısında oturup konuşuyor ve içini döküyormuşsun hissi verdiğini fark ettim. Yazmaya şiirlerle başladım, ancak hayatımın yeni imtihanlarıyla birlikte 10 yıl boyunca psikolojik tedavi gördüm. Bu süreç beni, yaşadıklarımı kaleme alarak benim gibi zor sınavlardan geçen insanlara ilham kaynağı olma fikrine sevk etti. Risale-i Nur Külliyatı’ndan öğrendiğim bir ilke beni çok etkiledi: “Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadıkça, dünyadakilere ehemmiyet verme!” Bu düşünceyle insanlara azim, sevgi, sabır, iyilik ve yardımlaşma gibi kavramlarla yeniden tanışmalarını sağlamak için yazmaya devam ettim. Ve işte o gün bugündür, hâlâ yazıyorum…
Yazarlık Kariyeriniz Boyunca Karşılaştığınız En Büyük Zorluk Neydi ve Bunu Nasıl Aştınız?
Aslında birçok engel vardı: Her an sağırlıkla sonuçlanabilecek sol kulak total işitme kaybı gibi… Yılların biriktirdiği acıların getirdiği psikolojik tedavi sürecinde aldığım çeşitli uyuşturucu özelliği taşıyan ilaçların etkisiyle yaşadığım baygınlıklar ve kronikleşmiş ciddi baş ağrıları… Böbrek ve bağırsak enfeksiyonları… Ancak en büyük engel, ailemin zengin olmasına rağmen tercihlerimde yanımda durmamaları nedeniyle maddi imkânlardan mahrum kalmamdı. Bu durum beni en çok yaralayan, ilerleyişimi engelleyen ve özgüvenimi ciddi şekilde sarsan bir sürece zemin hazırladı.
Psikolojik tedavilerin mide başta olmak üzere diğer organlara da hasar verdiğini fark ettiğimde, adeta midemi ecza deposuna çeviren ilaçlardan vazgeçtim. Şifamı Kur’an, abdest ve namazda aramaya başladım. Sol kulağıma hiçbir çare bulunamadı, çünkü doktorlar çocukken geçirdiğim havale nedeniyle Amerika’ya bile gitsem tedavisinin mümkün olmadığını söylediler. Hatta doktorum, “Bir ölünün üzerine toprak atarsın da o bir daha gelemez ya, işte senin kulağın da böyle” dedi.
Pek çok hayalimden vazgeçmek zorunda kaldım ancak önümde duran bu engelle yaşamaya alışmalıydım. Böyle olmasını isteyen ve tedavi olun diyen Allah’tı. Ben de O’nun emrini yerine getirmek için tedavimi aksatmadan sürdürdüm, ancak iyileşemedim. Hayatı kabullenerek yaşamaya çalıştım. Zira hayat, olmuşla ölmüşe çare olmadığını bana acı tecrübelerle öğretti ve öğretmeye de devam ediyor. Bu süreci böyle aşmaya çalıştım.
Maddi olarak rahat bir nefes alarak bu romanları ve hikâyeleri yazmış değilim. Borç harç bir şekilde bunu başarmalıydım. Yıllarca içimde bir ukde olarak kalan bu hayalimi gerçekleştirmeden dünyaya gözlerimi kapatmak istemedim ve gece gündüz çalışarak bu engelin de üstesinden geldim. Ben inatçı bir insanım; hele hele hayırlı ve güzel bir iş söz konusuysa, ne olursa olsun o iş gerçekleşmeliydi. Çok şükür, bir dileğim daha gerçekleşti. Sadece raflarda değil, gönüllerde de yer almasını niyaz ettiğim iki eseri okuyucuyla buluşturmayı başardık.
3. Yakın zamanda üzerinde çalıştığınız ya da okuyucularınızı heyecanlandıracak yeni bir projeniz var mı? Eğer varsa, bu proje hakkında ipucu verebilir misiniz?
Evet, tabii ki…
Paylaşmayı seven bir insanım, zira güzellikler paylaşıldıkça çoğalır. Yılların birikimi olan ve beni yazmaya sevk eden iki güzel romanım daha var. Hatta şu anda bile gündüzleri notebook ile, geceleri ise telefonumdan peyderpey yazmaya devam ediyorum.
“Uzun Bir Hikâye” ile başlayan yazarlık serüvenimize, “Hayallerinin Peşinden Koş” adlı hikâye kitabını da ekleyerek yön verdik. Şimdi ise ikinci romanımız “Erenler’in Sofrasında Yirmi Dört Yıl” ve üçüncü romanımız “Gül ve Nâr” adlı iki projemizi en kısa sürede okuyucuyla buluşturmayı hedefliyoruz, inşallah!
Erenler’in Sofrasında Yirmi Dört Yıl, hayat yolculuğumuzda dost seçiminin önemine vurgu yapıyor. Romanımız, bir Hak dostuyla tanışıncaya kadar kötü yolda olan Selim’in hikâyesini anlatıyor.
Gül ve Nâr ise gerçek hayata biraz hayal gücü katarak aşkın en saf ve en masum hâlini gözler önüne seriyor. Öyle ki, “21. yüzyılda hâlâ böyle aşklar ve âşıklar kaldı mı?” sorusunu sordurtacak bir eser olacak, inşallah! Bir gencin çocukluk aşkı için gösterdiği inanılmaz fedakârlık, büyüdüğünde aralarına giren uzak mesafeler ve bu mesafelere rağmen aşkını diri tutmak için verdiği mücadele anlatılıyor.
Unutmadan söyleyeyim; yılların birikimiyle oluşturduğumuz ve hâlâ ilaveler yaptığımız “Acı Tatlı Duygularımızın Tercümanı: Şiirlerim” adlı bir şiir kitabı üzerinde de yoğun bir şekilde çalışıyoruz.
4. İlk kitabınızı yazarken yaşadığınız en unutulmaz anı bizimle paylaşır mısınız? O zamanlarda kendinize güveniniz nasıldı?
Yazdığınız hikâyenin başrolü siz olunca, yaşadığınız duyguları anlatmak gerçekten zor. Kelimeler kifayetsiz kalıyor…
Eliniz titriyor, yumruklarınızı sıkıyorsunuz, gözlerinizden sicim sicim yaşlar akıyor…
Gerçeği söylemek gerekirse, her satırında sevinçten çok ayrılık, acı ve hüzün barındıran bu eseri yazarken, geçmişle bağım bir türlü kopmadığı için ağlamam gereken yerde hıçkırıklarla ağladım, içime kapandım, üzüldüm. Anlayacağınız, bu duygular tarif edilerek anlaşılacak şeyler değil; ancak bizzat yaşayanların hissedebileceği türden.
2011 Van Depremi ile birlikte ölümle yüzleşmek ve sevdiklerime her an veda edebilme korkusuyla tanıştım. Depremden önce İl Temsilcisi olarak çalıştığım vakıf kitabevinde, Hakan Sabah hocamın bana sıfır ayarında, yarı ücretine sattığı küçük bir notebook vardı. İşte o notebook’a, yıllar sonra kitap haline getirme hayalini kurduğum yazı ve şiirleri yazmaya başladım.
“Sıra bana gelmeden bu işi bitirmeliyim. Yarınlara uzanan bir eser bırakmalıyım.” düşüncesi her geçen gün içimi daha da kavurdu. Hayat, beni birçok ideali terk etmeye zorlamıştı, ancak bu sefer yenilgiyi kabul edemezdim! Bu hikâyeyi kitap haline getirip, herhangi bir maddi beklenti içinde olmadan insanlara ulaştırmalıydım. Hatta, farz edelim ki ölüp gidecektim, yine de bilgisayarıma kaydettiğim bu hikâyenin bir gün insanların eline ulaşması gerekiyordu. İşte bu düşünceyle, tüm zorluklara rağmen yazdıklarımı bugünlere kadar muhafaza etmeyi başardım.
5. İlhamınızı en çok nereden alıyorsunuz? İlham geldiğinde bunu yazıya dökme süreciniz nasıl oluyor?
Realist bir cevap vermek gerekirse, öncelikle mütedeyyin bir kardeşiniz olarak, dünya ve ahiret saadetinin temel kaynağı olduğuna can-ı gönülden iman ettiğim kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm başta olmak üzere; özellikle ömrümün son 24 yılını kapsayan ilim, irfan, kalbin hastalıkları ve onların reçeteleri, kalbin terbiye ve tezkiyesi gibi hayati öneme sahip konuları talim ettiğimiz eserler benim için büyük bir ilham kaynağı olmuştur.
Bu bağlamda Risale-i Nur Külliyatı, Mesnevî ve Allah dostlarının sabır ile imanı güçlendiren eserlerinin yanı sıra; merhum Mehmet Âkif Ersoy, Muhammed İkbal, Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Ömer Seyfettin, Emine Şenlikoğlu, Hekimoğlu İsmail, Halit Ertuğrul, Vehbi Vakkasoğlu, Yaşar Kemal, Nazım Hikmet ve Kemal Tahir gibi birçok kıymetli yazarın eserleri, okumayı ve yazmayı bana sevdiren en büyük ilham kaynaklarımdan olmuştur.
Hazret-i Ali (radiyallahu anh) “Söz uçar, yazı kalır.” buyuruyor.
Bu yüzden ilham geldiğinde, eğer imkânım varsa hemen kalem ve kâğıda not alırım; eğer yanımda yoksa telefonuma kaydederim. Zira artık yapay zekâ ile birlikte teknolojinin baş döndürücü bir hızla ilerlediği bir çağda yaşıyoruz.
Kâinata gönül gözüyle bakmasını bilene ilham kaynağı olacak o kadar çok şey var ki…
Bazen üzerine bastığımız toprak,
Bazen kafamızı kaldırıp temaşa ettiğimiz gökyüzü, bulutlar, ay, yıldızlar…
Bazen koparmaya kıyamadığımız, kokusuyla bizi mest eden güller ve envai çeşit çiçekler…
Daha da ileri gideyim:
Yerdeki siyah bir karıncadan, sürünerek yol alan bir yılana, semadaki bir kuşa kadar her şey, insana ilham veren bir kaynağa dönüşebilir.
6. Kitabınızın MST Yayıncılık tarafından yayımlanma süreci nasıldı? Bu süreçte yayınevi size nasıl destek oldu?
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, özellikle bu zamanda insanlara güven noktasında çok ciddi kırılmalar yaşıyoruz. Abartısız söylemek gerekirse, yaklaşık 15-20 yayınevini sosyal medya hesaplarından takip ettim ve 5-10 tanesiyle telefonla görüştüm. Ancak en çok önem verdiğim konu olan güven meselesini çözebilecek, beni aldatmayacak, güzel emellerle yola çıkmış bir yayınevi bulmakta zorlandım. Maddi ve manevi olarak beni yıpratmayacağına inanacağım bir yayınevi arayışındaydım, fakat ne yazık ki bu süreçte tam anlamıyla içime sinen bir yer bulamadım.
İstişareye önem veren bir insanım. MST Yayıncılık’ı da internet sitesi üzerinden keşfettim. Ancak özellikle bu zamanda işi şansa bırakmamak adına, işimi kaybetme korkusu olsa da bizzat Mersin’den Antalya’ya giderek yüz yüze görüşmeyi tercih ettim. Ve işte tam da bu noktada, bundan sonraki yolculuğumu pekiştirecek bir fincan kahve eşliğinde, aradığım yayınevinin MST Yayıncılık olduğuna kanaat getirdim. Genellikle içgüdülerim beni yanıltmaz; Mustafa Serkan Tüm Beyefendi bana güven verdi ve ben de kendisiyle bu projede birlikte çalışmaya karar verdim.
Yaklaşık 1,5 ay gibi kısa bir sürede her iki kitabımı da satışa çıkardılar ve sözleşmede belirtilen sayıda kitabı tarafıma ulaştırdılar. Zamanımızın en büyük problemlerinden biri, tanımadığımız insanlarla iş yapmaktır. Çevremizdeki birçok kişi de bu konuda ciddi sıkıntılar yaşıyor ve tecrübeleri sabit. Ancak MST Yayıncılık, bu noktada bana güven verdi ve süreci titizlikle yönetti.
Yazar adaylarına gönülden ve mutmain bir kalple şunu söylemek istiyorum:
“Kitap mı yazdınız? Kitabınızı bastırmak mı istiyorsunuz? Nerede olursanız olun, MST Yayıncılık tam da aradığınız adres!”
MST Yayıncılık’a özellikle teşekkür borçluyum. Çünkü hem içimde ukde kalan bir hayali gerçekleştirmenin heyecanını yaşıyordum hem de maddi zorluklarla boğuşuyordum. Ödemelerimi taksitlere bölerek beni bu maddi külfetten kurtardılar. Sürecin başından beri büyük bir titizlik, sabır, ilgi ve alaka göstererek hem şahsıma güven verdiniz hem de yeni projelerimin önünü açtınız. Eserimi, adeta kendi eserinizi sahiplenir gibi sahiplendiniz. Bu yüzden ne kadar teşekkür etsem azdır.
İlk roman kitabımı “24 Yılın İlk Meyvesi” olarak tanımlamıştım, çünkü bu hayal 24 yıllık zorlu bir mücadelenin eseridir. Böylesine önemli bir eserde bana sağladığınız katkılar için tekrar tekrar teşekkür ediyorum. Çünkü siz bunu hak ediyorsunuz! Yolculuğumuz boyunca MST Yayıncılık ailesine yüksek muvaffakiyetler diliyorum.
Sevgi, saygı ve muhabbetlerimi sunarım,
Abdulaziz ADAKAN