fbpx
Sepet

SERAP EMİROĞLU

1. Yazarlık serüveniniz nasıl başladı? Sizi bu yola yönlendiren en büyük ilham kaynağınız neydi?
Bazı insanlar kendilerini konuşarak iyi ifade eder, bazılarının ise yazı dili kuvvetlidir. Ben kendimi yazarak daha iyi ifade edenlerdenim. Aceleci ve maalesef agresif bir yapım olduğu için, asıl ifade etmek istediğim konunun dışına çıktığımı fark ettiğim an, çok fazla konuşmama kararı aldım 🙂 Yazmak, söylemek istediklerinizi tartma imkânı veriyor.
Okumayı hep çok sevdim, ulaşabildiğim her türden kitapları okudum, zamanla okuduğum kitaplarla alakalı bilgiçlik taslamaya başladım. İnternet ortamını biliyorsunuz, ne söylerseniz, ne yazarsanız kaldırıyor, kimse size küsmüyor, salla gitsin 🙂 

Okuduğum kitapta eleştirdiğim bir şey varsa, “Burası şöyle olmalıydı, bu cümle karmakarışık olmuş, öznesi, yüklemi belli değil” gibi yorumlar yazıyordum. Bir gün biri yorumumun altına aynen şöyle yazmıştı:
“Seni saygısız, ukala! Eleştirdiğin kitap üç dile çevrildi, çevirilerde bu tarz hatalar olması gayet normaldir. Daha iyisini yazabiliyorsan sen yaz, okuyalım.”
Cevabı okuduğumda hem mahcup oldum, hem feci halde gaza geldim. “Neden olmasın?” dedim ve kafamda oluşturduğum hikayeyi yazmaya başladım. Karakterler üzerinde çok çalıştım, o zamanlar İsrail Gazze’yi vurmaya başlamıştı, bütün gün haber kanallarını seyredip öfkeleniyordum. Bu konuyu hikayemden uzak tutmaya çalışsam da ucundan kıyısından dahil ettim. İmamın fikri neyse zikri odur ya 🙂
Bilgisayarı açıp yazmaya başladığımda, yazdığım her satırı zihnimde film gibi canlandırıyordum. Yazdıklarım beni o kadar içine çekmişti ki, bilgisayarı kapattığımda bir süre kendimi yazdığım karakter gibi hissediyordum. Kitabım bittiğinde, hâlâ görüştüğüm edebiyat öğretmenime dosyamı gönderdim.
“Filistin davası hakkında hiçbir fikri olmayan gençler bile bu kitabı okurken farkında olmadan olaylara hâkim olurlar. Kesinlikle bu kitap yayınlanmalı. Kitap hem çok akıcı, hem herkesin anlaması, bilmesi gereken meselelere mesajları var ama noktalama işaretlerin çok kötü, bu dosyayı bu haliyle hiçbir yayınevi kabul etmez.” dedi.
İnternetten noktalama işaretlerine çalıştım, sonra kitabı baştan okuyarak noktalama işaretlerini düzelttim, dosyamı hocama tekrar gönderdim.
“Kitapta yazan olayları kurgulayacak, yazıya dökecek, akıcı hale getirecek, bu karakterleri yaratıp canlandıracak zekân var fakat paragraf başı bile yapamamışsın. Okulda olsak sıfır alırdın.” dedi.
“Hocam rica etsem kitabıma noktalama işaretlerini siz koysanız, paragrafları ayarlasanız? Bu şekilde size de zor oluyor, tekrar okuyorsunuz.” dediğimde bana çok kızdı.
“Bu senin kitabın. Kitabı elimden bırakmadan okudum. Kontrol için ikinci kez okuduğumda bile hiç sıkılmadım. Noktalama işaretlerini koymak mı zor geliyor? Çalış, öğren, bu son şansın, bir daha dosyanı açmam.” dediğinde, paşa paşa çalışmaya başladım 🙂
Videolar seyrettim, yazılar okudum, dosyamı tekrar düzenleyip hocama gönderdim. Akşamına beni aradı.
“Aferin Serap, iyi çalışmışsın, dosyanı yayınevlerine gönderebilirsin. Kitabına yakışır bir çalışma yaptın. Zaten yayınevlerinde çalışan editörler noktalama işaretlerini düzeltiyor, onların işi bu.” dedi ve hınzırca gülümsedi 🙂
“Hocam neden söylemiyorsunuz? O kadar uğraştım.”
“Eksik bilgin vardı, tamamlamış oldun.” dedi. Öğretmen dediğiniz böyle olmalı, 40 yaşına da gelseniz sizi eğitebilmeli 🙂 Hocamdan aldığım onay beni çok mutlu etti, ilk etabı geçen sporcular gibi hissettim.

2. Yazarlık kariyeriniz boyunca karşılaştığınız en büyük zorluk neydi ve bunu nasıl aştınız?
Tatil köyünde yaşadığım için gazinoların sesleri ve oğlumun yaptığı gürültü, karşılaştığım en büyük zorluktu. Yazarken yaşadığım için sessiz bir ortama ihtiyaç duyuyordum, duyduğum en ufak bir ses bile beni kitabın içinden çıkarıyordu. Gece gazinolar kapandıktan sonra, alabildiğine deniz gören balkonumda kitabımı yazıyordum, aslında yaşıyordum.
Bilgisayarı açtığım an Serap değil, Ava oluyordum. Bilgisayar sihirli bir kutu gibiydi, açtığım an yaşadığım hayattan kopuyordum. Bir insanın yaptığı şey kalben ve ruhen kendini tatmin ediyorsa, zorluk olmaz.

3. Yakın zamanda üzerinde çalıştığınız ya da okuyucularınızı heyecanlandıracak yeni bir projeniz var mı? Eğer varsa bu proje hakkında ipucu verebilir misiniz?
İkinci kitabım Kıyamet Böcekleri hazır, sanıyorum Eylül ayında çıkacak. Ava Segal’i yazarken çok üzüldüm, heyecanlandım, sevindim. İkinci kitabımı yazarken biraz gülmek, güldürmek istedim.
Kıyamet Böcekleri benim haddimi aştığım bir kitap oldu ve hiç değiştirmek istemiyorum. Argosu, küfürü bol ve tabii ki aşk olmazsa olmaz… Okurken güldüğüm bir kitap oldu, kurgusu çok güçlü. İleriki yıllarda dünyada yaşanacağını kuvvetle muhtemel gördüğüm bir senaryosu var.
Argo ve küfür konusunda çok düşündüm ama o kelimeleri çıkardığımda olmadı, çünkü karakterin yapısı bunu gerektiriyordu. Mesela “Ali amca, kahvede golf oynarken…” diye bir cümle okursanız duraksarsınız değil mi? Nasıl yani kahvede golf… 🙂
Karakterimi kibar, düzgün kelimelerle konuşturduğumda böyle bir durum oldu, o nedenle şimdiden Kıyamet Böceklerini okuyacak okurlarımın affına sığınıyorum.

4. İlk kitabınızı yazarken yaşadığınız en unutulmaz anı bizimle paylaşır mısınız? O zamanlarda kendinize güveniniz nasıldı?
Bu soru beni geçen yılın Ağustos ayına götürdü. Her zamanki gibi çocuklarımı uyutup, gazinonun kapanma saatini bekledim. Kendime bir kahve yaptım, ses kesilince bilgisayarı açtım. Kendimi kitabın içine çekebilmek için önceki gece yazdığım birkaç sayfayı okuyarak başladım. Ava’nın aynı gün üst üste yaşadığı olaylar beni son derece üzmüştü. Kitabı okuyanlar hangi bölümden bahsettiğimi anlarlar, sanıyorum 200. sayfadan sonraki kısım. Kendimi o kadar kaptırmıştım ki Ava kadar üzgündüm. Derin bir nefes aldım, bilgisayarı kapattım, moralim çok bozulmuştu. O gece hiçbir şey yazmadım.
Ben sağlam bir okuyucuyum, kitabı okurken kendimi olayların içinde hissedebiliyorum. Zaten bunu yaşayanlar, okumaktan keyif alır. Yazdıklarımı okurken, okuyucunun da benim gibi hissedeceğinden emindim.
Fakat ilk kitabım olması, tanınan bir yazar olmayışım tabii ki dezavantaj. Ava Segal okundukça benim yolumu açacak. Ben kitap reklamlarının etkili olduğunu düşünmüyorum. En etkili yol, okuyanların tavsiyesidir; kitaptan aldıkları keyiftir.
Yıllar önce maddi açıdan sıkıntılı olduğum bir dönemde, çalıştığım fabrikada üçe aldığım zeytinyağını beşe satıyordum. Fabrikada çalışanlar bilir, bu tür satışlar yasaktır ama o dönem ek gelire ihtiyacım vardı. Siparişleri alıyor, mesai başlamadan amire görünmeden teslim edip parasını alıyordum. Amirim beni ilk yakaladığında; “Bir daha olmasın,” dedi.
Sonraki yakalanışımda, “Geç hadi, görmedim,” dedi. Üçüncü kez; “Senin yağları çok methediyorlar, beş litre bana, beş litre de Kazım Bey istiyor.” dedi.
Ticarette bir kural vardır: Malın iyiyse her şekilde satarsın. Kitap için de böyle, ilk kitap, yeni yazar pek önemsenmez, sonra hatır için alanlar olur. Kitap iyiyse, okuyanlar birbirlerine tavsiye eder ve sonra okuyucu yazarı sahiplenir. İnternette Serap Emiroğlu’nun diğer kitapları diye araştırırlar ve bir bakmışsınız önemli bir yazar oluvermişsiniz.
Ben serüvenimin bu şekilde ilerleyeceğine inanıyorum, onun için güvenim her zaman tamdı. Yazarlığın bana göre bir kılıf olduğunu anladığımda, içine girip fermuarı çektim.

5. İlhamınızı en çok nereden alıyorsunuz? İlham geldiğinde bunu yazıya dökme süreciniz nasıl oluyor?
Anlatması biraz zor… İlham; feyiz yoluyla insanın kalbine ulaştırılan bilgidir. O soyut kavram bana göre, insanın yaşamayı isteyip de yaşayamadığı şeyler, yaşayamadıklarına duyduğu özlem ve istektir.
Adam hiç âşık olamamıştır ama mükemmel aşk şarkıları, aşk şiirleri yazar. İşte bu adam ilhamını, yaşamayı istediği şeyden alıyor demektir. Bir kadın vardır, öylesine tutkulu bir aşk yaşamıştır ki ruhundan taşan duyguları onun ilhamıdır.
Ben, yaşayamadığım, içimde kalan şeylerin özleminden ilham alan biriyim. Mesela iki kitabımda da benim şahsi hayatımdan hiçbir kesit yoktur ama hayatımda olmasını istediğim çok şey vardır.
Bana öyle bir anda yazma isteği gelmiyor, “Ah, ilham geldi, hemen yazayım!” dediğim bir anım olmadı. Sessiz bir ortam sağladığımda, yazdığım olaylara geçiş yaparak ilerliyorum.
Dediğim gibi, bilgisayarım sihirli bir kutu; açtığımda beni içine alıyor zaten. Karakterlerle yaşadıklarımı kelimelere dökmek zor olmuyor. Bazen zihnimde yaşadığım olaylara o kadar öfkeleniyorum ki parmaklarım hızla klavyede geziniyor. O gün yazmayı bitirdiğimde, yazdıklarımı okurken şaşırıyorum, sonra baştan okuyup uygunsuz kelimeleri ayıklıyorum. Hani o ritüellerde kendinden geçen insanlar olur ya, bir nevi o hali yaşıyorum 🙂

6. Kitabınızı MST Yayıncılık tarafından yayımlama süreci nasıldı? Bu süreçte yayınevi size nasıl destek oldu?
Zor bir soru, şimdi ne diyebilirim? Soruyu soran MST 🙂 Sizi tanıdığım güne lanet olsun diyemem 🙂 Şaka yapıyorum ama işler ters gitseydi inanın derdim, her yere yorum yazar, yayıncımı rezil ederdim.
Şimdi bu kitapta çok emeğim var, sizinle sözleşme imzaladık, şartları konuştuk, aksi bir durum olsaydı kepenk kapattırırdım MST’ye 🙂
Önemli bir karar alacaksam, olumlu ve olumsuz yönlerini hayal ederim. Aldığım risk, olumlu ihtimale değiyorsa hiç düşünmeden karar veririm. MST ile sözleşme imzalarken iki ihtimali de düşündüm. Bütün emeklerim ve en önemlisi heyecanım çöp olabilirdi. İlk kitabım olduğu için maddi yönünü olasılıklarıma katmıyordum bile; nam olsun, kâr olmasın düşüncesi vardı.
Attığım imza, beklentimin üzerine çıktı. Kitabımı bitirip, son kontrollerimi yaptıktan sonra yayınevlerine gönderdim. Bu zamanda kitap yayınlatmak zor iş. Aceleci davranıp aynı anda o kadar çok yayınevine gönderdim ki geri dönüşleri birbiriyle çakıştı. Her gün yayınevleriyle konuşuyordum.
Bazı yayınevleri ücret karşılığında kitap basıyor, maddi açıdan sorununuz yoksa bastırılabilir tabii. Benim öyle bir bütçem yoktu. Sonra Kenan Bey’le tanıştım. Her şeyi açık ve net şekilde anlattı. Ben ilk konuşmada güven hissetmezsem devam etmem. Kenan Bey o güveni verdi. Bazı yapıcı eleştirilerde bulundu ve kitabı basmaya karar verdi. Sözleşme imzalandı. Kitabın kapağından editörlük sürecine kadar her aşamada benim onayım alındı.
Kapağı tasarlayan Rüveyda Hanım’ı çok yordum. Eminim mesleğinden soğumuştur 🙂 Ama büyük bir sabırla çalıştı, kendisine çok teşekkür ediyorum. İkinci kitabımda da mutlaka Rüveyda Hanım olsun isterim.
Bu soruyu da ben sorayım: İkinci kitabım MST Yayıncılık’tan çıksın ister miyim?
Kesinlikle! Bazı yazarlar kitaplarının büyük yayınevlerinden çıkmasını istiyor ama o yayınevlerinden çıkan ve satmayan ne kitaplar var! Yayınevinin büyüklüğü değil, kitabın kalitesidir önemli olan. Sosyal medya çılgınlığıyla kitap yayınlatanlar oldu ama sonuç hüsran.
Bazen ters düşsek de ortak noktada buluşup en kaliteli işi çıkaracağımıza inancım tam. Çünkü yazar ve yayıncının başarısı birbirini besler. MST bunun bilincinde bir yayınevi.
Şu an satışlar oldukça iyi gidiyor. İlk kitabım olduğu için açıkçası bu kadarını ben bile beklemiyordum. Büyük Kumla Köyü’nde doğup büyüdüm. Köyün nüfusu, yaz aylarını saymazsak 450’yi geçmez. Kitabım çıkalı iki ay olmadı, köyümden kitap siparişi verenlerin sayısı 88 kişi! Bu demek oluyor ki neredeyse köyümde her evde bir tane Ava Segal var.
Kitabımı okuyan Ayla ablamın şöyle bir yorumu oldu: “Kitap okumayı sevmem, en son okuduğum kitap belki de Cin Ali, sadece merakımdan elime aldım, bakayım dedim bizim kız ne yazmış? Birkaç sayfa derken 100. sayfayı geçtim, sonra kitap sardı, bırakamadım.”
Bu yorum beni çok mutlu etti, emeğimin karşılığını aldım. Beklemediğim bir şekilde beni mahcup etmeyen köylüme çok teşekkür ediyorum, sağ ol Büyük Kumla. Kitabıma teveccüh gösterip alan, tanımadığım okurlara da heyecanıma kattıkları birer parça sevinç için çok teşekkür ediyorum.
Tanıdığım, tanımadığım bütün okurlara kucak dolusu sevgiler. Sihirli sayfalarda keyifli bir yolculuk yapmanız dileğiyle…
Serap Emiroğlu